11 Temmuz 2022 tarihinde AİHM tarafından Büyük Daire kararına ilişkin yayınlanan ve kararın bir özeti niteliğinde olan basın açıklamasının Türkçe çevirisi aşağıda kamuya sunulmuştur.
Türkiye, 10 Aralık 2019 tarihinde açıklanan ve Hükümeti başvurucunun tutukluluğunu sona erdirmeye ve başvurucuyu derhal tahliye etmeye çağıran karara uyması yönünde 46(1). madde kapsamında yükümlülüğünü yerine getirmemiştir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Kavala/Türkiye (başvuru no. 28749/18) davasında Sözleşme’nin 46(4). maddesi kapsamında yürütülen yargılamada bugün 1’e karşı 16 oyla kabul edilen Büyük Daire kararında[1] Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 46(1). maddesinin (kararların bağlayıcılığı ve infazı) ihlal edilmiş olduğuna karar vermiştir.
MAHKEME KARARI
46(1). madde kapsamındaki yükümlülüğün yerine getirilmediği iddiası
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi 2 Şubat 2022 tarihli bir ara kararla (CM/ResDH(2022)21) Mahkeme’ye, Sözleşme’nin 46(4). maddesi uyarınca Türkiye’nin Kavala/Türkiye davasında Mahkeme tarafından verilmiş olan 10 Aralık 2019 tarihli Daire kararına uyma yönünde, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 46(1). maddesi kapsamında doğan yükümlülüğünü yerine getirmiş olup olmadığı sorusunu yöneltmiştir.
Mahkeme ilk olarak, Sözleşme’nin 46. maddesi 1. ve 2. fıkraları kapsamında Mahkeme kararlarının icrasıyla ve 46. maddenin 4. fıkrası kapsamında Mahkemenin ihlal prosedürüyle ilgili üzerine düşen görevin niteliği ile ilgili olarak Ilgar Mammadov kararında (46(1). madde kapsamındaki yargılama veya ihlal yargılaması) tespit edilmiş genel prensiplere atıfta bulunmuştur.
Kavala ile ilgili İhlal prosedürü Mahkeme’nin ilk kararında hükme bağlanmış olan hak ihlali meselesini yeniden ele almayı veya maddi bir para cezasının ödenmesini sağlamayı amaçlamıyordu. Mahkemenin ilk kararının icrasını temin etmek amacıyla ilavi baskı oluşturmak hedefleniyordu. (İnfaz) denetim işlemlerinin etkinliğini artırmak, bu işlemleri iyileştirmek ve hızlandırmak amacıyla bu prosedüre başvurulmuştu.
Mahkeme önceki Kavala kararında, Sn. Kavala’ya Ekim 2017’de Türk Ceza Kanunu’nun 309. ve 312. maddeleri kapsamında isnat edilen ve kendisinin tutuklanmasına yol açan suçlara ilişkin olarak Sözleşme’nin 5. maddesinin 1. ve 4. fıkralarına ve Sözleşme’nin 5(1). maddesiyle birlikte düşünüldüğünde 18. maddesine yönelik ihlal olduğuna hükmetmişti. Mahkeme 5(1). maddeyle birlikte düşünüldüğünde 18. madde kapsamında, Sn. Kavala’ya isnat edilen suçların makul şüphelere dayanmadığı ve şikâyet konusu yapılan tutuklama tedbirlerinin asıl amacının Sn. Kavala’yı susturmak ve diğer insan hakları savunucularını caydırmak olduğu tespitini yapmıştı.
Sözleşme’nin 5(1). maddesinin ihlali ile ilgili olarak Mahkeme, (önceki kararında) Türk Ceza Kanunu’nun 312. ve 309. maddelerinde yer alan suçlar bağlamında Sn. Kavala’ya yönelik şüphelerin makul olma niteliklerini ayrıntılı olarak incelemiş olduğunu vurgular. Gezi Parkı olaylarıyla ilgili ilk suçlama (Türk Ceza Kanunu’nun 312. maddesi) konusunda Mahkeme “… suç eylemlerine karıştığına dair veri, bilgi veya delil yokluğunda, … başvurucunun Türk Ceza Kanunu’nun 312. maddesinde yer aldığı anlamıyla Hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçunu işlediğine dair makul şüphe duyulamayacağı” sonucuna varmıştı.
Darbe girişimiyle ilgili suçlama (Türk Ceza Kanunu’nun 309. maddesi) konusunda ise Mahkeme (önceki kararında) şu tespiti yapmıştı: “… dava dosyasındaki deliller bu şüpheyi haklı kılmak için yeterli değildir … başvurucunun yalnızca şüpheli bir şahısla veya yabancı uyruklularla temasta bulunmuş olduğu olgusu tek başına başvurucunun anayasal düzeni ortadan kaldırmayı amaçlayan bir girişimde yer almış olabileceği konusunda objektif bir gözlemciyi tatmin edecek yeterlilikte delil olarak kabul edilemez.”
Bütünsel değerlendirmesinde Mahkeme, (O.K.’ya yönelik) “tedbirlerin, iç hukukta suç sayılan davranış olarak görülmeleri makul olmayan olguların yanısıra büyük ölçüde Sözleşme haklarından yararlanmayla ilgili olgulara dayandırılmış olması”na özellikle işaret ederek, başvurucunun “herhangi bir suç” işlemiş olduğundan şüphe duyulması için inandırıcı sebep olmadığı sonucuna varmıştı.
Mahkemenin (önceki kararının) gerekçesi, yapılan tespitlerin Sn. Kavala’ya karşı Gezi Parkı olayları ve darbe girişimine yönelik olarak isnat edilen suçların tümü açısından geçerli olduğunu açıkça göstermişti. Dolayısıyla, konuyla ilgili ve yeterli başka şartların yokluğunda, aynı olguların sadece yeniden vasıflandırılarak sunulması, prensip olarak, Mahkemece varılan sonuçların temelini değiştirmez; böyle bir yeniden vasıflandırma Mahkeme tarafından daha önce incelenmiş olan olguların sadece farklı bir değerlendirilmesi olur. Aksi olursa, yargı makamları sırf aynı olgularla ilgili yeni ceza soruşturmaları başlatmak suretiyle bireyleri özgürlüklerinden mahrum etmeye devam edebilirler.
Daha da önemlisi, Mahkeme’nin (önceki kararında) söz konusu tedbirlerin gerisinde bir kasıt olduğu, bunun da bir STK aktivisti ve insan hakları savunucusu olarak Sn. Kavala’yı susturma olduğu tespitini yapmış olmasıydı.
Buradan çıkan sonuç, gerek Sözleşme’nin 18. maddesiyle birlikte gerekse tek başına ele alındığında 5(1). madde ile ilgili ihlal tespitinin, Gezi Parkı olaylarıyla ve darbe girişimiyle ilgili olarak suç isnatlarından kaynaklanan her türlü işlemi ilga etmiş olduğudur. Sn. Kavala’nın suç işlediğini gösterir nitelikte konuyla ilgili ve yeterli başka şartların mevcut olmadığı durumda, aynı maddi olgular kapsamında, kendisine yönelik alınacak tedbirler, özellikle özgürlüğünü kısıtlayacak bir tedbir uygulanması, Sn. Kavala’ya yönelik hak ihlalinin uzamasına ve muhatap Devletin Sözleşme’nin 46(1). maddesi uyarınca Mahkemenin kararına uyma yükümlülüğünün ihlaline yol açar.
Mahkeme, Sn.Kavala ile ilgili olarak verilen (önceki) kararın ardından, ulusal mahkemelerin 18 Şubat 2020 tarihinde Sn. Kavala’nın adli kontrol şartıyla tahliyesine karar verdiğine, ancak kendisinin aynı gün savcılık kararıyla bu kez darbe girişimi ile bağlantılı olarak (Türk Ceza Kanunu’nun 309. maddesi) gözaltına alındığına ve ertesi gün de tutuklandığına işaret etmiştir.
İlaveten, Sn. Kavala’nın 9 Mart 2020 tarihinde de casusluk suçuyla (Türk Ceza Kanunu’nun 328. maddesi) bağlantılı olarak tutuklandığını kaydetmiştir.
Hükümetin Sn. Kavala’nın Mahkemeye yeni bir başvuruda bulunmuş olması gerekeceği şeklindeki savına ilişkin olarak Mahkeme, Sn. Kavala’nın tutukluluğunun devamıyla ilgili olarak Anayasa Mahkemesi’ne yaptığı başvurunun aynısını Mahkeme’ye yapmamış olmasının, Mahkemenin Türkiye’nin 46(1). madde kapsamındaki yükümlülüğünü yerine getirip getirmediğine ilişkin değerlendirmesinin amacı bakımından temel bir önem taşımadığı görüşüne varmıştır. Mahkeme, kendisinin ve Bakanlar Komitesinin, birbirlerinden farklı görevleri bağlamında, aralarındaki temel kurumsal dengeyi bozmadan, aynı iç hukuk sürecini eş zamanlı olarak da incelemelerinin gerekebileceğine işaret etmiştir. Mahkeme bu olayda, Bakanlar Komitesi’nin Kavala kararının icrasını denetleme görevini sona erdirmemiş ve ihlal prosedürünü Mahkeme’nin önüne getirme kararı almış olduğunun önemle vurgulanması gerektiği kanaatindedir. Kendisine böyle bir talep iletildiğinde, Mahkeme’nin, söz konusu karara uyulup uyulmadığı konusunda belirleyici bir hukuki değerlendirme yapması gerekir.
Mahkeme, Sn. Kavala’nın darbe girişimiyle bağlantılı suçlamalarla 18 Şubat ve 20 Mart 2020 tarihleri arasındaki tutukluluğuna ilişkin olarak, Sn. Kavala’nın ilk tutuklandığı 18 Ekim 2017 tarihinden bu yana halihazırda dava dosyasında bulunan delillere savcılık tarafından 18 Şubat 2020 tarihli taleple birlikte ilaveler yapılmış olduğunu kaydetmiştir. Ancak daha sonrasında elde edilmiş olan bilgilerin (bir otel çalışanının ifadesi, H.J.B.’nin Amerika Birleşik Devletleri menşeli bir vakıftaki faaliyetleri veya telefon sinyallerine ilişkin ek veriler) farz olunan ilişkinin niteliğinin aydınlatılmasını veya Sn. Kavala’nın fiillerinin bir suç işleme niyetiyle ilişkilendirilmesini sağlayabilecek türden delil olmadığı, atılı suçun kurucu unsurlarıyla ilgili yeni bir olgu içermiyor olduğu açıktı. Elde edilen yeni bilgiler esasen, Sn. Kavala’nın değil, H.J.B.’nin faaliyetleriyle ilgili daha önce toplanmış olan delillere eklemeler olup, Sn. Kavala ile H.J.B. arasında var olduğu farz edilen temasların sıklığına dairdi. Ancak, Mahkeme, 11 Mayıs 2020 tarihinde kesinlik kazanmış olan Kavala kararından önce sona ermiş bulunan bu tutukluluk hakkında daha fazla değerlendirmede bulunmayı gereksiz görmüştür.
Sn. Kavala’ya yöneltilen suçlamaların esasında bir değişiklik olup olmadığı meselesine dönülecek olursa, Mahkeme, Sn. Kavala hakkında 9 Mart 2020 tarihinde başlayıp dosyanın Mahkeme’ye yönlendirdiği tarihe kadar süren tutuklama kararına dayanak oluşturan askeri veya siyasi casusluk suçlamasının, teknik olarak, Mahkeme tarafından önceki kararda incelenmiş olmayan yeni bir suçlama niteliği taşıdığını gözlemlemiştir. Ancak, gene de, Mahkemenin, bu suçlamanın Mahkeme tarafından bahsi geçen kararda daha önce incelenmiş olan olgulara dayanıyor olmadığı konusunda tatmin olması gerekmekteydi. Bu açıdan Mahkemenin, tek başına ve Sözleşme’nin 18. maddesiyle birlikte okunduğunda 5(1). maddeye yönelik bir ihlal tespitinin ardından başlatılan ihlal prosedürü bağlamında, kendisi tarafından ilk başta verilen kararda muhatap Devlete yöneltilmiş olan sonuç ve bulguları, sadece iç hukuk kapsamında Sn. Kavala aleyhinde yeni bir suçlamada bulunulmuş olması nedeniyle göz ardı etmesi mümkün değildi. Mahkeme yaptığı analizde, görünür olanın ardına bakarak, şikâyet konusu edilen olaydaki gerçekleri incelemek zorundaydı. Böyle olmazsa, Mahkeme tarafından verilmiş olan bir karara uyulması yönündeki yükümlülüğün fiilen içi boşalmış olur. Somut olayda olduğu gibi, tek başına ve Sözleşme’nin 18. maddesiyle birlikte okunduğunda 5(1). maddeye yönelik bir ihlalin ardından Mahkeme tarafından tutuklu bir kişinin derhal salıverilmesine hükmedilen durumlarda, Mahkemenin yaptığı inceleme olağanüstü önem taşımaktaydı.
Yeni ortaya atılan bu askeri veya siyasi casusluk suçlamasına gelince, Sn. Kavala’yı yeniden tutuklu hale getiren 9 Mart 2020 tarihli karardan ve 28 Eylül 2020 tarihli iddianameden, Sn. Kavala hakkındaki casusluk şüphelerinin şu iki olguya dayandırıldığı anlaşılmaktaydı: birincisi, Sn. Kavala ile H.J.B. arasında var olduğu öne sürülen ilişkiler, ikincisi, Sn. Kavala tarafından STK’sı çerçevesinde yürüttüğü faaliyetler. Mahkeme, bu olgular ile (önceki) Kavala kararında incelenmiş olanlar arasında çarpıcı benzerlikler ve hatta birebir örtüşmeler bulunduğuna işaret etmiştir.
Sn. Kavala ile H.J.B. arasında var olduğu öne sürülen ilişkiler bakımından Mahkeme, öncelikle, bunun darbe girişimi ile ilgili suç isnadı bağlamında Sn. Kavala aleyhinde öne sürülen tek bulgu olduğunu; ikinci olarak da, aynı bulgunun askeri ve siyasi casusluk suçlaması için de kullanılmış olduğunu kaydetmiştir. Sn. Kavala’nın yeniden tutuklanması bağlamında casusluk suçlamasıyla ilgili ayırt edici herhangi bir olguya işaret edilmeksizin yeni bir hukuki vasıflandırma ile tekrar öne sürülmüş olan bu olgunun, Mahkeme tarafından önceki karar bağlamında daha önce incelenmiş olduğu açıktır.
Mahkeme ayrıca, 28 Eylül 2020 tarihli iddianamenin, casusluk şüphesinin Sn. Kavala’nın STK’sı bağlamında yürüttüğü faaliyetlere dayandırılmış olduğunu gösterdiğine işaret etmiştir. Mahkeme, önceki Kavala kararında bu faaliyetleri ayrıntılı bir şekilde incelemiş olduğuna ve tek başına ve 18. maddeyle birlikte okunduğunda 5(1). maddeye yönelik bir ihlal tespitinde bulunmuş olduğuna dikkat çeker. Her ne kadar Sn. Kavala hakkında resmî olarak, daha önceki tutukluluk kararını gerekçelendirmek amacıyla kullanılmış olandan farklı, yeni bir suç isnadında bulunulmuş olsa da, iddianamede sıralanan olgular Mahkeme tarafından daha önce incelenmiş olan olgular ile esasen aynıdır. Bu durumda Mahkeme önceki değerlendirmelerini yeniden vurgulamak durumundadır: “bir insan hakları savunucusunun ve bir STK liderinin […] olağan ve meşru faaliyetlerine” atıfta bulunulmuş olması, bu suçlamanın inandırıcılığını tahrip eder ve tutuklu bir kişi aleyhinde öne sürülen fiil veya olguların vuku buldukları tarihte bir suç oluşturuyor olmaması halinde “makul şüphe”nin varlığından söz edilemez.
Dolayısıyla Mahkeme, Sn. Kavala hakkındaki tutuklama kararlarının da, iddianamenin de, bu yeni şüpheyi haklı kılabilecek, esasları bakımından yeni olgular içeriyor olmadığı sonucuna varmıştır. İlk baştaki tutuklanması sırasında olduğu gibi, soruşturma makamları yine, keyfi tutukluluğa karşı getirilmiş olan anayasal güvenceleri yok sayarak, Sn. Kavala’nın tutukluluğunun sürdürülmesini gerekçelendirmek amacıyla tamamen yasal bir şekilde yürütülmüş birçok fiile atıfta bulunmuştur.
Sözleşme’nin bütünsel yapısı, üye Devletlerdeki kamu makamlarının iyi niyetle hareket ettiği genel varsayımına dayanmaktadır. Kesinlik kazanmış, bağlayıcı bir yargı kararının uygulanmamasının, Sözleşmeci Devletlerin Sözleşmeyi onaylarken uymayı taahhüt ettikleri hukukun üstünlüğü ilkesiyle bağdaşmayacak durumlara yol açması muhtemeldir.
Mahkeme, Türkiye’nin 10 Aralık 2019 tarihli Daire kararının icrasına yönelik birtakım adımlar atmış olduğunu ve ayrıca çeşitli Eylem Planları sunmuş olduğunu kaydetmiştir. Ancak Bakanlar Komitesinin bu meseleyi Mahkeme’ye yönlendirdiği tarihte ve Sn. Kavala’nın adli kontrol şartıyla tahliyesine hükmeden üç karar ve bir beraat hükmü alınmış olmasına rağmen, Sn. Kavala’nın dört yıl, üç ay ve on dört günü aşkın zamandır halen tutuklu halde bulundurulduğunu da kaydetmiştir.
Mahkeme Türkiye tarafından işaret edilen tedbirlerin, Taraf Devletin “iyi niyetle”, Kavala kararının “sonuçlarına ve ruhuna” uygun bir tavır içinde veya Mahkemenin bahsi geçen kararda ihlal edilmiş olduklarını tespit ettiği Sözleşme haklarının fiilen ve etkili bir şekilde korunmasını sağlayacak biçimde davranmış olduğu sonucuna ulaşmasını mümkün kılmadığı kanaatine varmıştır.
Mahkeme, Bakanlar Komitesi tarafından kendisine yöneltilmiş olan soruya cevaben, Türkiye’nin 10 Aralık 2019 tarihli Kavala/Türkiye kararına uygun hareket etme yönünde 46(1). madde kapsamındaki yükümlülüğünü yerine getirmemiş olduğuna karar vermiştir.
Mahkeme, Türkiye Hükümetinin Sn. Kavala’ya masraf ve harcamalara binaen 7500 Euro ödemesine hükmetmiştir.
Ayrık görüşler
Yargıç Bošnjak ve Yargıç Derenčinović ortak bir mutabık görüş açıklamıştır. Yargıç Yüksel de kısmi muhalefet şerhi açıklamıştır. Bu görüşler karara ek olarak ilave edilmiştir.
Karar İngilizce ve Fransızca dillerinde hazırlanmıştır.