*Adalet Atlası'nın Eylül 2023'te yayımlanan 1. baskısında yer alan Osman Kavala tarafından kaleme alınan sunuş yazısı
Sunuş
OSMAN KAVALA
Adalet muhtemelen kökleri en eskiye giden kavramlardan biri. Umberto Eco, etik değerlerin kökenleri ile ilgili yazısında erken atalarımızın kendilerine yapılmasını istemedikleri şeyleri sürünün başka üyelerine yapmamaları gerektiğini idrak etmiş olabileceklerini söylüyor. Frans de Waal, sadece bizlerin değil, yakın akrabalarımız primatların da adaletle ilgili içgüdüye sahip oldukları düşüncesinde. Bununla ilgili anlattığı deneyde, aynı işi yapan şempanzeler kendilerinin diğer grup üyelerinden daha az ödül almasına tepki gösterdikleri gibi, diğerlerine daha az ödül verilmesinden rahatsız olduklarını da belli ediyorlar.
Muhtemelen, atalarımızın maruz kaldıkları ve şahit oldukları, grup yaşamını olumsuz etkileyen ayrımcı davranışlara gösterdikleri tepki, evrim sırasında adaletsizlikle ilgili güçlü içgüdüler edinmemizi sağladı. Adalet duygumuz gibi intikam dürtümüz de bu içgüdülerle ilişkili olmalı.
Birbirlerinden farklı karakter özellikleri taşıyan ve birbirleriyle çekişen tanrıların insanları kışkırttığı, keyfî biçimde cezalandırdıkları bir kainat tahayyülünün yerini, adil olma, merhamet etme vasıflarına sahip bir Tanrı inancı ve Tanrı tarafından yollanan herkesin riayet etmesi gereken yazılı yasaları temel alan dinlerin alması, evrensel nitelikli bir adalet arayışını yansıtan, adalet duygularını kuvvetlendiren bir dönüşüm olarak da görülebilir. Adaletsiz davranmanın, güçsüzü ezmenin, kul hakkı yemenin büyük günahların arasına eklenmiş olması, bu dönüşümün bir parçası.
Antik Yunan’da, özellikle Atina’da, benzer bir arayış farklı yönde gelişmelere yol açmış. Adalet Atlası programının “Antigone’den bugüne” bölümünde Nazile Kalaycı ve Ertuğrul Uzun’un belirttiği gibi, adaletle ilgili kavramlarda tanrısallıktan dünyeviliğe bir geçiş yaşandığını görüyoruz. Yasaların oluşturulmasında ve yargı kararlarında, daha sonra Roma hukukunun da temeli olan, mantık temelli akıl yürütme, gerekçelendirme, yani rasyonalite hâkim unsur haline geliyor.
Hukuk, insanlık tarihindeki barış ve adalet içinde birlikte yaşamaya yönelik en temel icat, girişim, faaliyet. Ancak, insanların evrensel normlar üzerine kurulu adil bir hukuk düzenini egemen kılma çabaları; hırsları, çıkarları, ideolojileri nedeniyle saldırganlığı, tiranlığı meşru gören, ayrımcılığı teşvik eden gruplar, siyasi hareketler ve egemen güçler tarafından sık sık engellenmiş, geriletilmiş. Şiddet, zulüm, gaddarlık tarih sahnesinden eksik olmamış. Şehirler yakılmış, yıkılmış, katliamlar, soykırımlar yaşanmış. Aynı topraklarda yaşayanlar, aynı dili kullanan, aynı dine inananlar, hem yabancı olanları hem de ötekileştirdikleri kendi yurttaşlarını, din kardeşlerini öldürmeyi, onlara eziyet çektirmeyi meşru kılacak gerekçeler icat etmiş.
İnsanların ortak etik değerleri geliştirmeleri, adalet fikrini ve duygusunu canlı tutan ilke ve uygulamaların kurumlarca hayata geçirilmesiyle mümkün oluyor. Gücü elinde tutanların adaletsiz edimleri ise, yönetilenleri de adaletsizliği benimsemeye teşvik ediyor. Cicero’nun yüzyıllar önce tespit etmiş olduğu gibi, adalet insanları birleştiriyor, adaletsizlik ayrıştırıyor.
Bireyler arasında dayanışma ilişkilerini güçlendiren sivil toplum kuruluşları demokrasileri renklendiriyor, siyasi gücü dengeliyor. Ancak, hukuk normlarının erozyona uğradığı, yargının saygınlığını kaybettiği durumlarda, sadece hitap ettiği kesimlerin sorunlarıyla ilgilenen, sadece kendi üyeleri arasında sempati ve dayanışma hislerinin gelişmesini teşvik eden sivil toplum kuruluşlarının demokrasiyi koruma yönünde etkin işlev görebilmeleri mümkün olmuyor.
Böyle ortamlarda güçlenen ötekileştirme eğilimlerinin önüne geçebilmek için farklı kesimlerin yaşadıklarına duyarlılık göstermenin, farklı düşünceleri olan, farklı inançlara sahip insanların birbirleriyle konuşabilmelerine, birbirlerini anlayabilmelerine imkân veren iletişim kanallarını işler hâle getirmenin önemli olduğunu düşünüyorum. Bu sayede kazanılan bilgi ve deneyim, sivil toplumda adalet kavramının ve duygusunun canlı tutulmasına katkıda bulunabilir, adalet temelinde kurulan diyaloglar etik değerler etrafında ortaklaşmayı kolaylaştırabilir.
Adalet Atlası programı çerçevesinde adaletin kapsamlı ve derinlikli biçimde tartışılmış olmasının bu dönem için son derece anlamlı bir sivil toplum faaliyeti olduğuna inanıyorum.