Kültürel ve bilimsel çalışmaların destekleyicisi Kavala, kültürel alanda yaratıcı olan Alman ve Türk gençlerini bir araya getirdi. Yazarımız kendisine şahsen teşekkür etmek isterdi. Ancak bu olanaksız. Kavala da, birçokları gibi hapishanede.
Osman Kavala'ya Özgürlük
Osman Kavala ile hiç tanışmadım. Gri-mavi gözlerini, kıvırcık saçlarını tutuklandığından bu yana yayınlanan resimlerinden tanıyorum. Birkaç yıl önce, o zamanlar, Berlin-İstanbul arası bu kadar uzak değildi. Ve de İstanbul ile diğer iller arasındaki mesafe aşılmaz da değildi. İşte o zamanlar ben ve arkadaşlarım gibi genç yazarlar sınırlı olanaklarımıza rağmen inatla, tutkuyla dergimiz “freitext”'i çıkartmaya çabalarken, benim için Kavala Almanya'dan ve Türkiye'den genç sanatçıların bir araya gelmesine olanak sağlayan görünmez bir adamdı.
Mercator Vakfı'nın bir duyurusuna başvurduk. Böylece Kürtlerin yaşadığı Batman'dan, Suriye sınırındaki Mardin'den, Karadeniz kıyısındaki Trabzon'dan sanatçılarla bir araya gelmiş olduk. Kâh Kreuzberg Naunynstrasse'deki Ballhaus'da, kâh şimdi yanıp kül olmuş olan Batman'daki Yılmaz Güney Sineması'nda toplanıyorduk. Birbirimize yazdıklarımızı okuyor, hikâyelerimizi anlatıyorduk; her yazılı metni, her konuşmayı tercüme ediyorduk, çünkü bunun için paramız vardı: Osman Kavala bize Mercator Vakfı ve Anadolu Kültür aracılığıyla bu imkânı sağlamıştı.
O zamanlar ismi dışında kendisi hakkında fazla bir bilgiye sahip değildim. İş adamı olduğunu, Fransa'da da okumuş olduğunu, kendisi için kültürün önemli olduğunu bilirdim en fazla. Bu konuyla daha da fazla ilgilenmemiştim. O zamanlar isimlerini daha önce hiç duymadığım, yeni tanıştığım kültürün yaratıcıları yazarlarla, sanatçılarla çok meşguldüm. Politik yazım, kırılma dönemleri, güvensizlik ortamı ve bu durumun yazarlar açısından ne anlama geldiği, hatta ressamları ve filmcileri nasıl etkilediği üzerine konuşuyorduk. Birbirinden farklı hikâyelerimizin birbirine benzerliğine şaşar kalırdık.- Kimlik, dışlanma, özgürleşme üzerine hikâyelerdi onlar. Susturulmak ve kurtuluşu dilde aramaktı benzerliğimiz. Ve bizi birbirimize bağlayan özgürlüğe duyulan şiirsel bir özlem, ve şiiri özgürleştirme özlemiydi. Bu bizim Avrupa'mızdı.
Teselli değil ama yine de: Fikirleri tutsaklaştıramazsınız
İzlenimlerimiz çalışmalarımızda vücut buluyordu. Trabzon'da duvarlarından biri Osmanlı zamanından kalma ahşap süslemeyle kaplı “Basın Evi”ni anımsıyorum- Rumları sembolize eden tahta oyma şarap kadehi bir üzüm salkımı ile Türkleri sembolize eden bir sarık iç içe geçmiş. Bu tabloyla uyuşan ilk romanımın kahramanı İlyas, tam da benim gibi tesadüfen, ancak bambaşka nedenlerden Trabzon'da bulur kendini.
Bu hafta İstanbul'daki büyük kitap fuarında bulunmak ve Osman Kavala'ya kitabımdan birini vermek çok isterdim. Belki içine “Başka biçimde bu özgürlük ve rastlaşma rüyasının peşinde olduğun için teşekkürler” ya da “Hem Sarık hem Şarap olan senin için” yazardım.
İstanbul'a gitmedim. Alman yazarlar Deniz Yücel, Meşale Tolu ve İnsan hakları savunucusu Peter Steudtner'in tutuklanmasından sonra bu seyahat çok riskliydi. Şimdi kitabımı söz ettiğim seyahatte tanıştığım dostum olan yazarlar imzalıyor. Ama Osman Kavala için değil. Zira o da kitap fuarında yok, onun yerine hapishanede. Otorite ya da otoriteye duyulan özlem artıyor, hemen hemen her yerde. Ve ben bunun bir teselli olmadığını bilerek yine de diyorum ki: Sadece insanları tutsak edebilirsiniz, ama onların savundukları fikirleri asla tutsak edemezsiniz. Özgürlük kendini tutsak edecek hiç bir fiziksel ortam tanımaz. İnsanların karşılaşması kadar yaşamı zenginleştiren hiç bir şey olamaz.
Deniz Utlu, 10 Kasım 2017